Müzik ve zaman

Erk Ekin
5 min readMay 21, 2019

İlkokul 4'te müzik öğretmenim haftasonları org kursu vereceğini söyleyince aileme büyük bir org aldırmak için elimde yeterli sebebim olmuştu. Küçüğünü alt komşum Can’a verdik ve beraber kursa gitmeye başladık.

İlkokul 5'te karşı komşum Ali abinin gitarını görünce çok özendim, onlara daha sık gitmeye başladım, gitarı istemeye çok çekiniyordum, Ali abi ise bunu farkedip gitarı getiriyordu. En alt mi telinde akdeniz akşamlarını sökmüştüm.

Number 1 tv’de çıkan bir kadın ve grubu çok ilgimi çekmişti, Cranberries adındakı bu grubun ismini 20 yıl yanlış söyleyecektim.

Annemin arkadaşı Can abi bana Savatage kasedi verdi. Albümü ismini yine bi 20 sene “gitar balesi” olarak okudum. Gutter Bullet’mış meğer. Freddie Mercury’nin solo albümünün cd’sini verdi. MSG’nin yine iyi bir albümünü verdi. Yıllar sonra geri istedi. Ama ben sömürmüştüm. Neyse ki Savatage’ı istemedi.

Tam o sıralar annem kırmızı Superonline kutusu getirmişti eve, sürpriz yapmıştı, interneti keşfettim, MIRC’taki chat odalarında insanlara ne dinlediklerini sorardım. Garip garip cevaplar gelirdi. Sepultura, Nirvana falan. Bense garibim Cranberries derdim.

Fethiye’ye taşındık, 7. sınıfta klasik gitar istedim, babam aylar sonra aldı, 3–4 hafta kursa gittim arkadaşım Şerif ile, sonra bıraktım ve Nothing Else Matters’ın başını tab’lerden çıkardım. Meğer tüm dünya bunu çıkarıyormuş.

Sağlam metalci olmaya başlamıştım, Alper abi bana yeni gruplar getiriyordu orijinal kasetlerinden kayıt yapıyordum. Mustafa ise aşırıya kaçmıştı black, death dinlememi istiyordu ama bana çok sert geliyordu bunlar. Ben klasik yoldan gittim, Metallica, Nirvana, Megadeth vs. Elime Soundgarden bile geçmişti. Can bize tatile gelmişti, doğum günümde Sepultura-Arise albümünü almıştı o parasız haliyle. Gidip kulaklarımızı deldirdik. Bi gün gaza gelmişiz benim klasik gitarı kırdık. Kırdıktan sonra 15–20 saniye donakaldık.

Okulun karşısında, Fethiye’nin tek müzik dükkanının camında kırmızı süper bi elektro gitar duruyordu. Görünce baya ağlayacak oldum. 175 liraydı.

Eve gidip babamdan istedim, ilk önce klasiği öğren dedi. O sıralar Iced Earth’e geçmiştim, In Flames ve Dark Tranquillity zorluyordum. Klasik gitar neydi baba? Çocuk değildim ben artık!

Doğum günümde annemle babam bi garip davranıyorlardı. Üçlü koltuğun üstünde bir kutu gördüm, açtım.

Kırmızı elektro gitar parlıyordu.

Elektrocular bilir, bu bir bela, amfisi pedalı kablosu derken işin sonu yok. Ama bir şekilde evdeki cd çalara bağladım. Cızırtı yapıyordu, hemen o gün babamdan amfi istedim. Birkaç ay sonra o da geldi. Amfiye takınca cızırtı daha da arttı, babam kızmıştı. Cızırtıyı sevdim, metalcilik de var, annem bana izmirden ikinci el Boss Metal Zone distortion pedalı aldı. Bir sene sonra Wah Wah pedalı, sonraki seneyse 30 wattlık amfi aldı. Anneler bir tane.

İlk konserimizi ortaokulun etkinliğinde Mutlu ile verdik. Teoman’dan Sus Konuşma çaldık. Çalarken kalabalıktan bir kadın, “o benim oğlum” diye bağırıyordu. Utanmıştım.

Orta ikide İstanbul’a tek başına Dark Tranquillity konserine gittim. Alper abide kaldım, konsere beraber gittik, onun parasını da benim ailem göndermişti. Tuvalette bi abi bana “My Dying Bride dinle” diye öğüt verdi. Dinledim sevmedim. Ben İsveç melodik death’çiydim. Çizgimi hiç bozamazdım.

Ders çalışmıyordum, arkadaş edinmiyordum. Sürekli solo çıkarıyordum. Yaz gelince de Mustafa’yla beraber çalıyorduk, besteler yapıyorduk. 4 yıllık lise hayatım böyle geçti. Okulda grup kurdum, Denizkent sitesinde ev tuttuk, stüdyo yaptık orayı. Amfileri balkona çıkartıp hava atardık. Meğer millet çok rahatsız oluyormuş.

Bu sıralar yılda 1–2 kez İzmir’e giderdik. Her gittiğimde Karşıyaka çarşısında, Deniz sinemasının altındaki kasetçide yeni çıkan albümleri kaydettirdim. Fethiye’ye elimde bir yıllık malzeme ile dönerdim. Daha çok farklı grupları değil, eskiden dinlediğim grupların farklı albümlerini çektirirdim. Artık abi beni tanır olmuştu. Bir keresinde de nasıl olduysa Kıbrıs Şehitleri’ndeki İletişim kitapçısından Kerem Görsev kasedi aldırdım anneme. Bunu niye yaptım nasıl yaptım, soru işareti.

Fethiye’de salı pazarının kurulduğu yerde In Flames’ten Stand Ablaze, Metallica’dan For whom the bell tolls çaldık. Bir iki Kıraç da sıkıştırmıştık. Konser bitince gelip tebrik ettiler, ilk kez karizmam olmuştu. Pandora grubu ile buna benzer 4–5 konser verdik lise yıllarında. Yazları ise canlı müzik yapmaya başladık başka bir grupla. İlk paramı kazandım. 1500 lira biriktirdim. Pop çalıyorduk, ben bass çalmaya başladım. Grubun ismi Arıza’ydı.

Bir gün evin çatı katında duran eskimiş bir pikap buldum, yanında da plaklar vardı. Bir tanesinde zenci bir adam ibanez bi gitar tutuyordu. Ibanez’i hep metalci gitarı olarak bilirdim, bu neydi? Aşağı indirip o plağı oynattım. İlginç bir gitar tonu ve tahmin edilemez sololar, jazzla tanışmıştım. Kapaktaki Abi George Benson’dı. Metalcilik bu kadarmış, caza kaydım. Tavan arasında dedemin bulduğum diğer plakları da manyaktı, Paco de Lucia ve Jose Feliciano vardı. Dedem Rıza Nur Barutçu’yu hep anarım.

Üniversite yurdunda bir gün amfisiz bi biçimde Opeth-Deliverance girişini çalarken Çorum’lu Mustafa “Erk bu ne kadar sürecek böyle” diye bağırdı. Haklıydı, dinlerseniz hak verirsiniz. Özür diledim.

Yurtta Aladdin ile tanıştım, beraber stüdyoya gitmeye başladık. Beste yaptık ve stüdyoda sabahladık kayıt aldık. Yüksek lisansta ev arkadaşım olacak olan Emre sözleri yazdı ve söyledi. Flight of the souls. Ruhların uçuşu.

Son sınıfta 9 Ocak’ta kendi 3 adet bestemizi TRT Radyo’da canlı çaldık. Fethiye’de annem dinledi radyodan. Bestelerin ikisi funk, teki ise çanakkale türküsü idi. Ev arkadaşlarım da beni izlemeye gelmişlerdi. Hala kayıtları durur.

Yine son sınıfta bahar şenliklerinde saz ekibine eşlik ettim. Kürt şarkıları söyledik. Bunun da video kaydı var. Millet halay filan çekti.

Jamiroquai ile tanıştım, jazz ve funk arası gidip geliyordu eğlendiriyordu, ergenliğe iyi geliyordu. Amy Winehouse dinledim, yavaş yavaş jazzda yoğunlaştım. Ella Fitzgerald Billie Holiday’leri ezberledim. Arada Opeth dinleyerek eskiyi yad ediyordum. Akerfeld hala az da olsa böğürüyordu.

George Benson bulmak kolay değildi, İzmir’de Can’la yürürken Konak’ta yerde CD satanlardan George Benson CD’si buldum, tüm albümleri, MP3. Böyle mutluluk yoktu. Binlerce kez dinledim.

Sonra para kazandım San Fransisco’dan akustik gitar aldım. Amacım kafayı dinlemekti. Tüm Bülent Ortaçgil şarkılarını çıkaracaktım. Kafaya koydum. Ilımlı bir hedefti, çoğunu çıkardım.

Depresyona girdim, beni bu durumdan bir tek metalin çıkaracağına inanıp İstanbul’a gittim ve 2750 TL’ye ikinci elektro gitarımı aldım. Ibanez. Siyah.

Öncekini Alper’e sattım. Ama artık iyi bir gitarist değildim bunu farkediyordum. Daha çok “dinlemeye” başlamıştım. Her grubu dinledim. Beethoven ve Chopin’e merak sardım. Erkan Oğur’la tanıştım. Klasik, türkü, jazz, pop ne varsa tükettim.

Şimdilerde müziği bir zaman makinası olarak kullanıyorum. Bu yıllar arasında kimleri dinlediysem onu açıyorum ve o zamana geri gidiyorum.

Elektromu sattım. Küçük orgumu verdiğim Can, Model adında bir grup kurdu. Bazı arkadaşlar uyuşturucuya bulaştı.

Ben akustiğe devam. Şimdilerde en çok Expansion adında Londra’lı bir jazz grubunu dinlemekten zevk alıyorum. Yıllar sonra, bugüne dönmek için iyi bir iz.

Evrim okuyun. Sevgiler.

Beni Linkedin’den ekleyin.

https://www.linkedin.com/in/erkekin/

--

--